19 Mayıs 2017 Cuma

"Peygamberin Elçisi"nin Son Vasiyeti



"Her kim ki benim mezarımı açacak olursa benden daha beter bir düşman bulacak!" diyen Türk Başbuğu Emir Timur`un mezarı 1941 yılında, incelenmek üzere Sovyet Arkeologlar tarafından açıldı. Mezar açıldıktan 3 gün sonra Nazi Almanyası, hiçbir sebep olmadan Sovyetler Birliğine ani bir saldırıyla savaş açtı. Timur`un naaşı İslami usüllere göre defnedildikten üç gün sorna savaş sona erdi.


7 Mayıs 2017 Pazar

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI

Kurtuluş savaşı sonunda Türkiye ile Birinci Dünya savaşı'nı kazanan İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa. İtalya) ve Yunanistan arasında Japonya ve Romanya'nın katılmasıyla, İsviçre'nin Lozan kentinde 24 temmuz 1923'te imzalanan antlaşma. 
Birinci Dünya savaşı'nı kazanan İtilaf devletleri hazırladıktan Sevr antlaşması'nı TBMM hükümetine kabul ettirememiş, onlann desteğiyle Anadolu' ya çıkan ve türk direnişini kırmak isteyen yunan orduları da yenilgiye uğratılmıştı. Kurtuluş savaşı'nı kazanan Türkiye Birinci Dünya savaşı’ndan yenik çıkan müttefiklerinden farklı olarak, savaşın galipleriyle eşit düzeyde banş masasına oturabilecekti. Antlaşmanın hazırlandığı konferans İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın çağrısı üzerine 20 kasım 1922'de başladı. Konferansa Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven devleti ve ABD de katılmıştı. Boğazlar düzeniyle ilgili görüşmelere Karadeniz'de kıyısı olan SSCB ve Bulgaristan da çağrıldılar. Belçika ve Portekiz de, belirti görüşmelere belirli hükümlerle katıldılar. Esas görüşme ve tartışmalar, İngiltere ile Türkiye arasında oldu. Fransa ve İtalya ile toprak sorunlan daha önce çözülmüştü. Bu ülkeler, müzakere lerde daha çok iktisadi çıkarlarını ve ayrıcalıklarını savundular. Konferansa TBMM hükümetiyle birlikte İstanbul hükümeti de çağrılmıştı. Bunun üzerine TBMM, 1 kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. 

Üç gün sonra da son osmanlı kabine si istifa etti, Osmanlı devleti resmen son buldu. Konferansta TBMM hükümetini Dışişleri bakanı İsmet Paşa (İnönü) başkanlığında. Sağlık ve sosyal yardım bakanı Dr. Rıza Nur ve Trabzon milletvekili Haşan Bey'den (Saka) oluşan heyet temsil ediyordu. Heyetin uzmanlardan oluşan ge niş bir danışman kadrosu da vardı. İngiliz heyetine Dışişleri bakanı Lord Curzon başkanlık ediyor, Fransa ve İtalya İstanbul'daki yüksek komiserleri ve büyükelçilerince temsil ediliyordu. Yunan heyetinin başkanlığım eski Başbakan Venizelos üstlenmişti. Konferansa katılan ABD heyeti, toplantılarda oy kullanmadı; antlaşmayı da imzalamadı ama tüm oturumlara, komisyonların çalışmalarına katıldı; konferansı etkiledi.
Konferansın ilk bölümünde birçok konuda anlaşma sağlandıysa da, osmanlı borçları, Batı Avrupa ülkelerinin ayrıcalıkları, kapitülasyonlar, İstanbul ve Boğazlar'ın İtilaf devletleri'nce boşaltılması gibi konularda anlaşmazlık çıktı. Oluşturulan komisyonların hazırladığı antlaşma taslağı, imzalaması için ismet Paşa’ya verildi. İsmet Paşa bu taslağı imzalamaya yanaşmayınca, görüşmeler kesildi (4 şubat 1923); türk heyeti Ankara’ya döndü. TBMM’de konferansın gidişi üzerine sert tartışmalar yapıldı; İtilaf devletlerinin OsmanlI devletinin yüzyıllık hesabını TBMM hükümeti heyetinden sormak eğiliminde olmalan, antlaşma tasansını dört gün içinde yanıtlaması isteğiyle; bir muhtıra gibi İsmet Paşa'ya vermeleri tepkiyle karşılandı.

TBMM'de yeni türk tezi saptandı, ismet Paşa yeni kurulan kabinede bir kez daha Dışişleri bakanlığına seçildi. Bu sırada İtilaf devletleriyle Türkiye arasında karşılıklı notalar gönderilmekteydi. Türk heyeti, notalarda kabul ettiği koşulları belirtiyor, barış koşullarının zorla dikte ettirilmek istenmesinden yakınıyordu, ismet Paşa'nın görüşmelerin 23 nisan 1923’te yeniden başlaması önerisini içeren notası olumlu karşılandı ve konferansın ikinci aşaması başladı. İtilaf devletleri'nin heyet başkanları değişmişti. Türk hükümeti, İstanbul hükümetinin hiçbir anlaşmasını tanımadığını bir kez daha açıkladı. Müzakereler sonunda birtakım sorunların (örneğin Musul sorunu) çözülmesinin daha ileri tarihlere ertelenmesi kararlaştırıldı ve konferans sona erdi. Hazırlanan antlaşma metninin imzalanması için gereken yetki belgesi, Rauf Orbay hükümetince ismet Paşa’ya gönderilmeyince bir bunalım doğdu. Antlaşmanın sorumluluğunu yüklenmek istemeyen hükümete gönderdiği yazıda ismet Paşa, hükümet antlaşma hükümlerini kabul etmiyorsa, heyetin yetkilerinin geri alınmasını önerdi. Bu durum üzerine TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşa olaya müdahale etti. Meclis başkanı sıfatıyla, kendisinin yetki verdiğini açıkladı. Antlaşma 24 temmuz 1923’te imzalandı. Bu antlaşmayla TBMM hükümeti resmen tanınıyor, bağımsızlık savaşı noktalanmış oluyordu.

Lozan'da imzalanan antlaşmada 143 maddeden oluşan barış antlaşması, bu antlaşmayı bütünleyen 17 ek (sözleşmeler protokol ve açıklamalar) ve karşılıklı olarak gönderilen mektuplar yer alır. Barış antlaşmasının ilk maddeleri, Türkiye'nin yeni sınırlarını saptamaktadır. Bulgaristan sının daha önceki antlaşmalarla kabul edilen sınırdır. Yunanistan’la olan sınır, Bulgaristan sınırından Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya kadar Meriç yatağı, oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek köyünün hemen çevresinde olmak üzere, arazi üzerinde belirlenecek bir noktaya dek Arda yatağı; oradan güney-doğu doğrultusunda Bosna köyünün bir kilometre yukarısında Meriç üzerinde bir noktaya kadar Bosna köyünü Türkiye'de bırakan düz bir çizgi, oradan adalar denizine dek Meriç yatağı olacaktır. Çörek köyü, halkının çoğunluğuna göre, Türkiye ya da Yunanistan'a verilecektir. Yunanistan, savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakacaktır. Gökçeada (İmroz), Bozcaada ve Tavşan adaları Türkiye'de kalacak; Yunanistan egemenliğindeki adalarda (Limni, Semadiıek, Midilli, Sakız gibi) daha önceki antlaşmalar uyanırca, bu egemenlik sürecek; 12 ada üzerindeki bütün haklar İtalya'ya devredilecektir. Yunanistan, Türkiye' ye yakın adaların askerden arındırmasını kabul ediyordu. Karasuları sınırı üç mil olarak saptanmıştı.
Suriye sının, Ankara itilafnamesi (1921) ile saptanan sınır olacaktı. Irak sınırı, dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecekti. Kıbrıs adasının Büyük Britanya tarafından ilhakı da (1914) tanınıyor, ilhak tarihinde adaya yerleşmiş olan Türkler’in İngiliz uyruğuna geçeceği kabul ediliyordu. Türkiye, Mısır ve Sudan üzerindeki tüm haklarından vazgeçmekteydi. Türkiye dışındaki topraklarda yaşayan osmanlı uyruklular hakkında hiçbir yetki ve yargı hakkı kullanılamayacaktı. 

Antlaşmada, kapitülasyonlann tümüyle kaldınldığı açıklanıyordu. Azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerde müslüman olmayan azınlıklara mensup yurttaşların mûslümanlar kadar özgür olduğu, yasa önünde onlarla eşit bulunduğu ve kendi ana dillerini istedikleri gibi kullanabilecekleri belirtiliyordu. Bu azınlıklar Milletler cemiyeti'nin güvencesi altında olacaklardı. Antlaşmanın azınlıklarla ilgili maddelerinin temel yasa sayılacağı, hiçbir yasa ve yönetmeliğin bu hükümlere aykırı olamayacağı da kabul edilmişti.

Mali ve iktisadi konularda konferansta en çok tartışılan konu, osmanlı borçlan sorunu oldu. Antlaşma, bu borçların OsmanlI devletinden ayrılan öteki ülkelerle belli oranda paylaşılmasını öngörüyordu.

Antlaşmada yer alan sözleşmelerin birincisi, Boğazlar düzenine ilişkindir. Geçiş özgürlüğünü savunan İngiltere'ye karşı SSCB, Karadeniz’de kıyısı olan ülkelerin Boğazlar rejimini düzenlenebileceklerini ileri sürdü. Türkiye ise bu iki görüş arasında dengeli bir düzen kurulmasını savunmuş ve bu eğilim antlaşmaya da yansımıştır. Bu hükümlere göre, barış zamanında ya da Türkiye savaşta taraf değilse; savaş gemileri dışında tüm gemiler için geçiş serbest olacaktır. Türkiye savaşa katılmışsa düşman gemilerinin geçişi yasaklanabilecek, serbestçe geçebilecek tarafsız gemilerse; gerektiğinde denetlenecektir Savaş gemileri için barış zamanında bir sınırlama getirilmişti; Karadeniz’e geçecek donanma, Karadeniz'de kıyısı bulunan ülkelerin en güçlü Karadeniz filosundan daha büyük olamayacaktır. Karadeniz kıyısındaki ülkeler yılda iki kez donanma mevcutlannı Türkiye’ye bildireceklerdir. Türkiye'nin tarafsızlığı durumunda savaş gemileri tam bir serbestlik içinde geçiş yapacak, Boğazlar geçişe açık bulundurulacaktır. Türkiye savaşta tarafsa, düşman gemileri ve uçakları için alınacak önlemler tarafsız gemilerin geçişini engelleyemeyecektir. Sözleşmede, geçişleri her türlü engelden arındırmak gerekçesiyle Boğazfar'ın silahsızlandırılması da öngörülmüştü. Fransa, İngiltere, İtalya ve Türkiye hükümetlerinin atayacakları birer üyeden oluşacak bir komisyon, Boğazlar bölgesinin sınırlarını saptayacak, geçişleri denetleyecekti. Antlaşmayla kabul edilen (Boğazlar rejimi, 1936'da Montreux sözleş- mesi'yie yeniden düzenlendi; Boğazlar komisyonu kaldırıldı, Boğazlar silahlandırıldı.

Oturma ve yargı yetkisi konularındaki sözleşmeyle antlaşmaya taraf olan ülkelerin uyruklarına yedi yıl süreyle türk vatandaşlarıyla eşit haklar tanınıyordu. Ticaret sözleşmesiyle Türkiye, beş yıl süreyle belli durumlar dışında, dışalıma ilişkin ya- saklann tümünü kaldırmayı yükümleniyordu. Bu nedenle 1929 yılına kadar, dış ticaret siyaseti istenildiği gibi düzenleneme- yecek, Türkiye Batı Avrupa'nın açık pazarı durumunda kalacaktı. Bu sözleşmenin 9. maddesiyle Türkiye'nin kabotaj hakkı kabul ediliyordu.

Antlaşmanın çeşitli hükümleriyle ilgili mektuplarda Türkiye'nin İngiltere Fransa ve İtalya’ya bağlı din, öğretim, sağlık ve yardım kurumlarının varlığını tanıyacağı, iki yıl süreyle İngiliz, transız ve İtalyan ortaklıklanna kabotaj hakkı tanınacağı, iki İngiliz şirketiyle bir transız demiryolu ortaklığına özel kolaylıklar gösterilmesi gibi konular yer alıyordu.

Antlaşma, ağustos 1923'te TBMM'de görüşüldü. İskenderun sancağının, Trakya'da bir kısım toprakların sınır dışında bırakılması eleştirildi. 227 üyeden 213'ünün oyuyla, antlaşma 23 ağustosta onaylandı. Antlaşma uyarınca onay tarihinden sonraki altı hafta içinde itilaf devletleri'nin askerlerini İstanbul ve Boğazlar'dan çekmeleri gerekiyordu. 4 ekimde boşaltma tamamlandı; İstanbul ve Boğazlar türk kuvvetlerine teslim edildi.

Losan okulu, "matematik okul" akımına giren iktisatçılar grubu. Lozan Üniversitesinde birbiri ardından ders veren transız Löon Walras (1834-1910) ve Italyan Vilfredo Pareto (1848-1923) bu okulun iki büyük temsilcisidir. Bu iktisatçılar, tam rekabette; ürün piyasalarıyla üretim faktörleri piyasaları arasında genel bir karşılıklı bağımlılık bulunduğunu göstermeye çalıştılar. Karşılıklı bağımlılık çözümlemesi, denge çözümlemesiyle tamamlandı. Walras ve Pareto, tutarlı gene! bir iktisadi dengenin koşullan, sapmalan kendiliğinden giderebilecek ve eski iktisadi durumu yeniden kurabilecek güçlere dayanarak belirlemek istediler. Bu amaçla, cebirsel denklemler ve geometrik şekiller kullandılar. Lozan okulu, Augustin Cournot’nun düşüncelerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 

Kaynak: Büyük Larousse

6 Mayıs 2017 Cumartesi

ROMA İMPARATORLUĞU

Roma Uygarlığı odağını Roma kentinin oluşturduğu antik devletin damgasını taşıyan ve İÖ 8. yüzyıl ile İS 5. yüzyıllar arasındaki uzun bir zaman dilimine yayılan uygarlık.
 En geniş sınırlarına ulaştığı dönemde bütün Akdeniz havzasını, Avrupa’ nın büyük  bölümünü, Kuzey Afrika’nın geniş bir kesimini ve Fırat Irmağının batısındaki Ortadoğu topraklarını içine alan Roma dünyası, tarihsel bakımdan Erken Roma, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu biçiminde üç evreye ayrılır. İmparatorluğun Batı Roma ve Doğu Roma olarak ikiye bölünmesini (395) izleyen farklılaşma sürecinde gerilemeye yüz tutan Batı Roma’nın yıkılışı (476) târihçilerce Roma uygarlığının sonu kabul edilir. Roma’nın uzantısı olmakla birlikte Helenistik uygarlığın mirasçısı bir konum kazanan Doğu Roma’nın gelişim çizgisi için Başlangıçta İtalya’nın Latium bölgesinde Tiber Irmağına bakan birkaç tepeyi yurt edinmiş küçük bir halk olan Romalıların yarımadayı egemenlik altına aldıktan sonra geniş bir alana yayılarak büyük bir uygarlık kurması, Roma dünyasını biçimlendiren iki ayırt edici özellikle açıklanabilir. Bu özelliklerden birincisi pragmatik ve gerçekçi bir dünya anlayışıyla biçimlenmiş Roma toplumunun askerliğe ve yöneticiliğe olan yatkınlığıydı. İkinci özellik ise Yunan uygarlığının korunmasıyla devralınan yüksek sanatsal yaratıcılık, bilimsel araştırma ve felsefi düşünce düzeyiydi. İki toplumun güçlü ve zayıf yanlarını birbirini tamamlayacak biçimde kaynaştıran bu özellikler Yunan pow’lerini örnek alan bir kent uygarlığını yaratırken, birçok değişik halkı aynı sistemde birleştiren bir imparatorluğa da olanak verdi. Yüksek bir maddi refah ve kültür düzeyine ulaşan Roma’yı ayakta tutan temel etkenler ise savaşlarla sağlanan askeri üstünlük, köle emeği ve bağımlı halklar üzerindeki ağır sömürüydü. Roma’ nın çöküşünü köleci üretimin krizi ve imparatorluğu çevreleyen barbar halklar (özellikle de Germenler) ile dengenin bunlar lehine bozulmasının yanı sıra, askeri bürokratik yapının hantallığı ve maddi üretimin temellerini sarsan aşırı vergiler getirdi. Bununla birlikte Roma uygarlığından geriye kalan kurum ve yapılar varlığını sürdürerek birçok alanda Batı dünyasına yön verdi.

TİMUR İMPARATORLUĞU

Timur İmparatorluğu, adını kurucusu Timur'dan alan devlet. Timur, kendi adıyla anılan büyük Türk İmparatorluğu'nun kurucusudur. 8 Nisan 1336'da, Türkistan'ın Keş şehrinde dünyaya geldi. Semerkand'ın güneyinde bulunan bu yerin bu günkü adı "Yehr-i Şebz"dir. Babası, Barlas oymağının beyi Turagay (Turgay), annesi Tekine Hatun idi. Barlas boyu Orta Asya'dan gelen bir Türk kavmidir. O devirde Barlas boyu Çağatay Hanlığı'na bağlı idi. 

Timur'un babası, 1360'da ölmüş, onun yerine geçen amcası Hacı Barlas 'da 1361'de öldürülmüştü. Timur, O sırada 25 yaşlarında idi.Cesur, zeki, bilgili bir Türk asilzadesi olan Timur, siyasi ve askeri dehasını gösterecek her fırsattan yararlanacak, kısa zamanda yükselecek ve cihangir olacaktı. Doğu Türk Hakanlığı'nın tahtına çıkacak, imparatorluğun sınırlarını İtil (Volga)'den Hindistan'daki Ganj Nehri'ne, Tanrı Dağları'ndan Erzurum ve Şam'a kadar uzatacaktı. 

İskender, Sezar ve Dara gibi ünlü cihangirlerin seviyesine çıkabilmek için, Timur, hepsi zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiş, 27 ülkenin hakanına baş eğdirmiş, onlara baş olmuştu.Böyle bir şahsiyeti çocukluğundan itibaren bazı özellikleriyle tanımak gerekir. 

3 Mayıs 2017 Çarşamba

ERMENİ MESELESİ

 Türklerin Anadolu'ya yerleşmeye başlamasından itibaren Türk-Ermeni ilişkileri hep olumlu bir seyir izlemiştir. Ermeniler hem Selçuklu hem de Osmanlı Devleti'nin topraklarında bulundurdukları diğer azıklıklara göre her zaman daha bağlı olmuşlardır. Ermenilerin bu bağlılıkları yüzünden kendilerine "Milleti Sadıka" ismi verilmiştir. Ekonomik açıdan Müslüman halka göre tarih boyunca her zaman daha iyi durumda olan Ermeniler zaman içerisinde Türk devletleri içinde önemli devlet kademelerinde görevler almaya başlamışlardır.

Ermenilerle yaşanan olumlu ikili ilişkiler, Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti'ni parçalamak için giriştikleri mücadelelerde Ermenileri kullanmaya karar vermeleri ile son bulmuştur. Avrupalı Devletler Ermenileri Osmanlı Devleti'ni parçalamak maksadı ile bir araç olarak kullanmaya başlamışlardır. Özellikle Rus Çarı I. Petro ortaya koyduğu siyasi hedefleri gerçekleştirmek için Ermenileri bir maşa olarak kullanmaya başlamıştır. Rus devletlerinin tarih boyunca her zaman en önemli amacı sıcak denizlere inebilme politikası olmuştur. Rus devletlerinin önünü tarih boyunca kesen Türklerin zayıflaması ve kolay lokma olması her vakit Rus devletlerinin yegane amaçlarından biri olmuştur. Bu sebeplerle Rusya diğer Balkan milletleri ile Ermenileri her daim Türklere karşı kışkırtma politikası gütmüştür. Rusya haricinde milli çıkarları gereği başta İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri Ermenileri Türklere karşı tarih boyunca kışkırtmışlar ve Ermenileri desteklemişlerdir.

Ruslar Ermenileri desteklemek ve Türklere karşı kullanmak maksadı ile 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşması hükümlerine, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde reform yapılması gerektiğine dair maddeler koydurtmuştur. Rus ve İngilizlerin desteği ile kurulan Ermeni çeteleri Birleşik Ermeni Dernekleri adı etrafında örgütlenmişlerdir. Zamanla 1885 yılında Van bölgesinde Armenakan, 1887 yılında Cenevre'de Hınçak, 1890 yılında Tiflis'te Taşnaksutyun adlarında silahlı komiteler teşkil etmişlerdir.

Ermeniler tarafından kurulan bu komiteler sayesinde ilk Ermeni ayaklanmaları 1890 yılında Erzurum'da başlamıştır. Bu tarihten sonra Ermeniler padişah II. Abdülhamit'e suikast düzenleme girişiminde bulunmuşlardır. Osmanlı Bankası'nı basmışlardır. Zamanla eylemlerin şiddeti artmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin zayıf kaldığı anlarda ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanmalar ve kanlı eylemler düzenlemeye başlamışlardır.

Osmanlı Devleti'nin dağılma sürecinde I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, perişan durumda olan Türk masum halkı arkadan vurarak terör faaliyetleri icra eden bazı Ermenilerden masum olan Ermenilerin etkilenmemesi için, 1915 tarihinden itibaren Ermeniler Suriye'ye göç ettirilmek zorunda kalmışlardır. Türk Tarihinde "tehcir" adı verilen bu olay ile Suriye'ye gönderilen Ermeniler I. Dünya Savaşı'nın sonu ile terk etmek zorunda kaldıkları topraklarına geri dönmüşlerdir. Geri dönmek istemeyen  Ermeniler ise ya bulundukları yerlerde yada başka ülkeler göç ederek yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Yapılan bu göçler esnasında ne yazık ki bazı yerli çetelerin yaptıkları baskınlardan, iklim ve hava koşullarından, dönemde meydana gelen salgın hastalıklar ve diğer nedenlerden ötürü bazı Ermeni yurttaşlar hayatlarını kaybetmek zorunda kalmıştır. Günümüzde bu durumu fırsat olarak kullanmaya çalışan Ermeni Lobilerince desteklenen bazı devletler, bu acı durumu soykırım olarak nitelendirmiş ve Türk Devletini ulusal arenada karalama faaliyetlerine girişmişlerdir.

KIRIM'IN RUSYA'YA KATILMASI

 Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra her fırsatta Kırım’ı kendi topraklarına katmak için fırsat kolluyordu. Rusya, Kırım’daki iç karışıklıklardan faydalanarak Rus taraftarı olan Şahin Giray’ın Han olmasını sağladı. Kırım halkı Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Rusya ile Osmanlı Devleti arasında savaşa ramak kaldı. Fransa’nın aracılığıyla taraflar arasında Aynalıkavak Tenkihnamesi (Düzenleme) imzalandı (1779). Antlaşmaya göre:
★ Rusya, Kırım’dan askerlerini çekecek.
★ Osmanlı Devleti, Şahin Giray’ın hanlığını kabul edecek.
★ Her iki taraf da Kırım’ın içişlerine karışmayacak.

NOT :Rusya Aynalıkavak Tenkihnamesi’nden sonra Avusturya ile Osmanlı topraklarını paylaşmak için antlaşma yaptı. 1783 yılında Kırım’ı kendi topraklarına kattığını tüm dünyaya ilan etti.

NOT :Bu dönemde devam eden Osmanlı – Rus Savaşları’nda, Amerika’da bağımsızlık savaşı verildiği için İngiltere ve Fransa kendi sorunları yüzünden Rusya’nın tehlikeli bir şekilde genişlemesine engel olamamışlar. Bu durumda, Osmanlı Devleti Rusya ve Avusturya’ya karşı yalnız kalmıştır.

LENİN KİMDİR?

 Vladimir İlyiç Ulyanov -bilinen adıyla Lenin- Rusya'da Ekim devriminin öncü lideridir. Sovyet bir Bolşevik olan Lenin, 22 Nisan 1870'de doğup, 21 Ocak 1924'te Gorki Leninskiye'de ölmüştür. Bir komünist filozof, Sovyet Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Marksist görüşlerin bir dindar takipçisi olan Vladimir Lenin Rusya’yı yeniden şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayan Bolşevik Partisi’nin lideri olarak hatırlanır. Bir aziz ve diğerleri gibi bazıları tarafından kabul edilen bir diktatör olarak, Lenin ülkesinde radikal bir değişim getirdi. Rusya, devlet kapitalizmi için reformlar önerdi. Lenin, 20. yüzyılın en çok tartışılan liderlerinden biri, Bolşevik devrimini ve daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler yeni kurulan Birliğin ‘Premier’ (SSCB) olarak devraldı.Karl Marx olanlar ile, o’nun ideolojileri, topluca ‘Marksizm-Leninizm’ gibi Troçkizm, Maoizm ve Stalinizm gibi düşünce radikal okullarının, bir dizi yol açtı bir doktrin olarak bilinir hale geldi. Onun yönetimi birçok sosyal iyileştirici önlemlerin, mekanizasyon yürütülmesini ve "Yeni Ekonomik Politika" uygulanmasını izlemiştir. Bu liderin temelde en iyi bilinen eserleri, ‘Nisan Tezleri’dir. Tartışmalı bir lider olan Lenin, kusursuz hitabet becerileri ile kutsanmış son derece çalışkan bir kişi olduğunu ve aynı zamanda mizah için tutku beslediğini bilinmektedir.

SOĞUK SAVAŞ

Soğuk Savaş, Sovyet Bloğu ülkeleri ile Batılı güçler arasında 1947'den 1991'e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginlik. Özellikle baskın iki iktidar odağının karşılıklı tehditlerinin ve bu tehditleri kullanarak dünyada hakimiyet kurma çekişmesinin on yıllar süren dönemi. Soğuk savaş, 1917'den başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir ürünüdür.  II. Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditleri, bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır.





Bu çekişme II. Dünya Savaşı'ndan sonra daha belirgin hale geldi. Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok yoğunlaştığı dönemler olmuştur. Gerginlik, hiçbir zaman "taraflar arasında" sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da; taraflar, her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır.
"Soğuk Savaş" deyimi, ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da SSCB'nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir ölçüde kendi şemsiyesi altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde ve Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulundular. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD'nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini çerçevesinde, Batı Avrupa'nın SSCB'ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak da NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB'de Varşova Paktı'nı kurdu ve Çin'de Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha belirgin hale getiren bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya çıktı.
İkinci Büyük Savaş'tan sonra iki büyük devlet ortaya çıktı: ABD ve SSCB. ABD ve İkinci Büyük Savaştan büyük yaralar alarak çıkmış, bir kısım Batı Avrupa devletleri, kapitalist düzenleri için tehdit oluşturan devlet kapitalizmine, SSCB'ye karşı ortak bir askeri aygıt oluşturdular. 4 Nisan 1949'da, 12 Batılı ülke; ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz NATO'yu (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdu.
Soğuk Savaş döneminde kapitalizmin, "dehşetengiz" Sovyet tehdidinin karşısında sıra dağlar gibi duran askerî aygıtı NATO, ortak tehdide karşı askeri alanda birleşen Atlantik ötesi dostlarının ortak hedefleri çerçevesinde işbirliğinin devamını ve gücünü teşkil ediyordu. NATO'nun kurulduğu ilk dönem, üye devletlerin "güvenliğinin" ABD'nin nükleer gücüne dayalı olduğu, "caydırıcılık" için en önemli silahı "nükleer güç" kullanımının oluşturduğu dönemdir. O zaman ve şimdi de NATO'nun esas askeri gücünü ABD oluşturmaktadır. 1950'lerde SSCB'nin de nükleer silah üretmesi ve karşılık verebilme yeteneği elde etmesiyle Bush Doktrini olarak ilan edilen ancak hiç de yeni bir buluş olmayan, o zaman da benimsenmiş "önleyici savaş" stratejisinden vazgeçilerek "çevreleme" ve "caydırma" politikalarına ağırlık verildi. Bu arada 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan NATO'ya katıldı. SSCB'ye karşı tampon devletler ve ileri karakollar oluşturulmaya, yeni üsler açılmaya devam etti. 1955'te Almanya, 1982'de İspanya NATO'ya dahil oldu. 1960'lardan itibaren de "esnek karşılık" denilen ve "nükleer silah kullanımı"temelli stratejini yerini alan yeni bir strateji geliştirildi. "Ortak düşman"ı çevreleme ve krizleri konvansiyonel yöntemler kullanarak çözer gibi yapma stratejisine ağırlık verildi. Soğuk Savaş dönemi, Monroe Doktrini ile kendisine dokunmadıkça dünyanın geri kalanıyla pek alakadar olmayan ABD'nin küresel iktidar olmaya oynadığı ve SSCB paranoyasıyla (iktidarın gıdası) askerî, ekonomik, siyasî hegemonyasını kurduğu bir dönemdir. Bu dönem boyunca NATO en önemli aygıtı olmuştur. Soğuk Savaş sona erdikten sonra da ABD, bu hegemonyasını korumak ve geliştirmek için yeni iktidar-korku-gelecek senaryoları yazmaya ve mekanizmalar oluşturmaya, varolanları dönüştürmeye koyulmuştur.
Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, Küba krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok liderlerinin kendi blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına rastlanmıştır. 1962'den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş yavaş ortaya çıkan "detant" (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini daha karmaşık bir yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi sona erdirmek için 1975 yılında iki blok ülkelerinin katıldığı AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika'daki karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi. 1980'lerin başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985 yılında SSCB Komünist Parti Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov'un gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar erimeye başladı. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç sona ermeye başladı. 

Kaynak:gizliilimler.tr.gg

St. Petersburg Tarihi -Leningrad, Neva-


Rusya'nın Moskova'dan sonra ikinci büyük kenti, en büyük limanı ve en önemli sanayi merkezidir. Avrupa kentlerinin en güzellerinden biri olan Leningrad, Finlandiya sınırının 160 km kadar güneyinde yer alır. Büyük bir bilim ve sanat merkezi olan kenti, 1703'te Rus Çarı I. Petro kurdu. Baltık Denizi ile Batı Avrupa arasındaki büyük ticaret yoluna yakın bir kent kurmak isteyen Petro. bunun için Neva Irmağı'nın Finlandiya Körfezi'ne döküldüğü yeri seçti. Kanallar açılarak bataklık alanlar kurutuldu, kollara ayrılarak denize dökülen Neva Irmağı üzerinde çok sayıda köprü, geniş alanlar ve caddeler yapıldı. Rus Çarlığı'nın başkenti 1712'de Moskova'dan buraya taşındı ve St. Petersburg adı verilen kent, iki yüzyıl süreyle Rus Çarlığı'nın başkenti olarak kaldı.
St. Petersburg hızla büyüyerek güzel ve görkemli bir kente dönüştü. Büyük alanların çevresinde ve geniş caddeler boyunca katedraller, saraylar ve başka büyük yapılar yapıldı. Kentin en geniş caddesi olan, 3 kilometreden fazla uzunluktaki Nevski Bulvarı boyunca saraylar, kiliseler, mağazalar, tiyatro ve kahveler vardır. Genellikle Neva'nın kollarından birine ya da kanallara bakan güzel görünümlü pek çok köprü, park ve bahçe kenti süsler. Köklü bir kültür geleneğini yaşatan Leningrad birçok ünlü Rus bestecisi, yazarı, tiyatro ve bale sanatçısının adıyla birlikte anılır. Kentin ünlü sanat müzesi Ermitaj, dünyanın en büyük sanat müzelerinden biridir. Kentte bulunan çok sayıdaki etkileyici tarihsel yapı arasında çok büyük ve görkemli bir yapı olan Kışlık Saray, günümüzde müze olarak kullanılan PetroPavel Kalesi ve Donanma Binası sayılabilir.
Leningrad büyük bir sanayi merkezidir.
Başta makine yapım sanayisi olmak üzere, gemi yapımı, kimya, basım ve çeşitli tüketim malları sanayileri gelişmiştir. Sanayi için gerekli olan elektrik enerjisi hidroelektrik ve nükleer santrallardan elde edilir. Kente Estonya, Ukrayna ve Kafkaslar'dan doğal gaz, kuzeydeki Vorkuta'dan da kömür gelir. Leningrad, ülkenin Baltık Denizi'ndeki ana limanıdır. Ama Neva Irmağı kışın dört ya da beş ay boyunca donar ve zaman zaman buzlarla kaplanan limanda buzkıranlarla gemilere yol açılır. Leningrad'ı Volga Irmağı'na ve Beyaz Deniz'e bağlayan kanallarda römorkörlerin çektiği mavnalarla taşımacılık yapılır. Kent önemli bir demiryolu kavşağıdır. Moskova, Helsinki, Varşova ve Kiev yönlerinden gelen demiryolları Leningrad'da birleşir. Ana tren istasyonları metroyla birbirine bağlanmıştır. 1914'te Almanya ile savaşa girilince kentin adı St. Petersburg'dan {burg Almanca kale anlamına gelir) Rusça olması için Petrograd'a çevrildi. Ekim Devrimi'nden sonra Mart 1918'de başkent yeniden Moskova oldu ve iç savaş yıllarında Petrograd'ın nüfusu azaldı. 1924'te Lenin ölünce kente Leningrad adı verildi.
II. Dünya Savaşı başladığı sırada Leningrad 3 milyon nüfuslu büyük bir sanayi merkeziydi. Alman saldırısının ilk hedeflerinden biri olan Leningrad, 8 Eylül 1941'den 27 Ocak 1944'e kadar Alman kuşatması altında kaldı. Yüz binlerce ölü ve büyük bir yıkım pahasına Alman saldırısına karşı koyan Leningrad'a Lenin nişanı verildi ve SSCB'nin "kahraman kenti" ilan edildi.
Nüfus 4.661.219 (2002 sayımı)
1991'de Leningrad'ın adı Saint Petersburg olarak değiştirildi. Aşağıda birkaç fotoğrafı bulunmaktadır.
         





Kaynak:1-cilt:11